10972,60%0,15
40,73% 0,17
47,43% 0,21
4432,33% -0,26
7097,74% 0,00
Tarih, Düşünce ve Türk’ün Entelektüel Geçişi**
(Fazil Mustafa’nın “Azerbaycan: Karanlık Geçmişten Aydınlık Tarihe” kitabı üzerine birkaç söz)
Milletvekili, Azerbaycan Milli Meclisi Toplum Birlikleri ve Dini Kurumlar Komitesi Başkanı, hukukçu ve felsefe doktoru Fazil Mustafa’nın yeni kitabı “Azerbaycan: Karanlık Geçmişten Aydınlık Tarihe”, yalnızca bir düşünce derlemesi değil; aynı zamanda ulusal-ideolojik durumu, tarih bilincini ve dini düşünce alışkanlıklarını köklü bir şekilde sorgulayan bir eserdir.
Bu tür sorgulamalar kimine cazip gelirken kimini rahatsız edebilir – bu da gayet doğaldır. Bir fikir adamının kitabında bize uymayan noktalara toptan karşı çıkmak gerekmez. Söz konusu kitabın editörü olarak Fazil Bey’le bu denli derin bir entelektüel alışveriş ilk kez gerçekleşmişti. Memnuniyetle ve takdirle belirtmeliyim ki, birçok eleştiri ve önerimi kabul etti; kabul etmediklerine ise savunmacı bir tavırla değil, olgunluk ve anlayışla yaklaştı. Bu nedenle, okuyucuların da kitabın polemik yönlerine dair yapıcı yorumları genel anlamda faydalı olabilir.
Kitap, çağdaş Azerbaycan Türk’ünün neleri kaybettiğini, neleri benimsediğini, neye tutunduğunu ve neleri yanlış sürdürdüğünü cesurca bir düşünsel tartışmaya açıyor. Övgüden çok kültürel teşhis, yüceltmeden çok eleştirel bir yöntemle... Okuyucu da bu eseri alışılmışın dışına çıkan yaklaşımıyla hoşgörüyle karşılarsa, bir şey kaybetmez.
Kitabın felsefi yapısı, beş retorik soru etrafında kurgulanmış. “Ey Türk!” hitabıyla başlayan bu sorular, yazarın düşünsel polemiği başlatmak için açtığı bir alandır. Sorular ne kadar retorikse, bir o kadar da radikal tercihler talep ediyor:
“Bilgisiz inanç mı, yoksa bilginin değişken inancı mı?”,
“İdeolojik memnuniyet mi, yoksa faydalı niyet mi?”...
Fazil Mustafa “Türk” derken sadece etnik bir kimliği değil, kültürel sorumluluk taşıyan ve toplumsal fayda üreten bir özneyi kasteder.
Yazarın temel eleştirisi şu şekilde özetlenebilir:
Türk’ün tarih bilinci çarpıtılmıştır – bu bilinç çoğunlukla mitlere, hurafelere, dini ve ideolojik kalıplara dayanır. Bu durum, ulusal yenilenme sürecini geciktirir, hatta yönsüzleştirir.
Kitabın ana iddialarından biri, Azerbaycan Türklerinin 19. yüzyıldan itibaren biyolojik geçmişten kültürel tarihe geçmiş bir halk olduğudur. Ancak bu geçişin yaşanması yetmez; bu geçişin idrak edilmesi ve bilinçle işlenmesi gerekir.
Yazara göre, ulusal hafızamız “aşırı tarihsel” ve “mitolojik” karakter taşır. Bu da ilerleme doğuran gerçekçi tarihi, tekrarcı geçmişle yer değiştirir.
Bu anlamda kitap, adeta postkolonyal bir manifesto gibidir. Rusya işgali sonucu oluşan “Avrupalılaşma zemini” bir fırsat olarak sunulur. Bu yaklaşım bazı çelişkiler doğurabilir – işgali ilerlemenin başlangıcı olarak görmek, ulusal düşüncede kontrast yaratır. Ancak yazarın amacı idealize etmek değil, zorunlu modernleşme süreciyle şekillenen milli özbilincin gerçekliğini analiz etmektir.
Fazil Mustafa’nın eleştiri yönünün merkezinde, İslam’ın yanlış yorumlanması ve ideolojik din modeli yer alır. Yazar, farklı dönemlerde dini öğretilerin düşünceyi değil itaati teşvik ettiğini örneklerle gösterir.
Din, düşünceye değil de yalnızca “koruyucu davranış modeline” dönüştüğünde toplum pasifleşir. Bu bakış açısı, kültürün felsefi haritasında önemli bir yere sahiptir.
Yazarın temel argümanı şudur:
Eğer İslam’ın öncü mirası olan Mu‘tezile geleneği sürdürülebilseydi, bugün dini hayatımızı zihinsel bir sekülerlik zemini üzerinde yaşıyor olurduk. Buradaki mesele dine karşı çıkmak değil, dini zihinsel denetimden çıkararak toplumsal düşünce enerjisini özgürleştirmektir.
Bu fikir, özellikle Doğu toplumlarında dinin siyasallaştığı tarihsel bağlamda çok daha önemlidir.
Eserin en dikkat çekici yönlerinden biri, tarihi sembollerin işlevsel bakışla yeniden değerlendirilmesidir.
Devlet geleneğimizin imparatorluk mirasının sert ve açık biçimde eleştirilmesi, belki de ideolojik dogmaları kırmak, yeni değerlendirmeleri gündeme taşımaktır.
Fazil Mustafa’ya göre, Safevîler Azerbaycan devletçiliğinin temeli değil; İran İslam Cumhuriyeti ideolojisinin mirasçılarıdır. Bu fikre katılmak da mümkündür, karşı çıkmak da…
Ben şahsen böyle düşünmüyorum. Eğer Kaçarlar döneminde Azerbaycan bölünmemiş olsaydı ya da daha öncesinde Nadir Şah suikasta uğramasaydı, milli ve imparatorluk coğrafyamızın kaderi bambaşka olurdu.
Coğrafyamızdan, kültürel iklimimizden ve manevi gücümüzden çok sayıda öncü şahsiyet çıkabilir ve laik bir devlet yapısı oluşabilirdi.
Nitekim Çarlık Rusyası’ndan Sovyetler’e geçerken kurulan kısa ömürlü Halk Cumhuriyeti bunun benzeridir. Aynı dönüşüm Nadir Şah’tan Kaçarlara, oradan da yeni bir Azerbaycan devletine evrilebilirdi.
1925’ten bu yana – ister Şah dönemi İran’ı olsun, ister İslam Cumhuriyeti – bir asır boyunca sayısız soydaşımız öldürülmüş, hapsedilmiş, sürgün edilmiştir. Ama yine de birçok “ilk”, İran’daki Türklerce gerçekleştirilmiştir.
En önemlisi: Milli ruh ölmemiştir.
Araz’ın kuzeyi – Kuzey Azerbaycan da – işgal, ayrımcılık, baskı ve savaşlara rağmen üretmiş, kurmuş, ilklere imza atmıştır. Örneğin, 1941–45 savaşında 3 milyonluk Azerbaycan’dan 600 bin erkek cepheye gönderilmiş, bunların yarısı hayatını kaybetmiştir. Hayal edin: Azerbaycan bölünmemiş olsaydı, insan kaynağımız neler başarırdı…
Ancak Fazil Mustafa’nın amacı, kime mirasçı olmalıyız, hangi değerleri taşımalıyız gibi soruları cesaretle sormaktır.
İyi ki yazar bu bağlamda Dede Korkut mirasına öncelik veriyor, Nadir Şah’ın dini düşünce öncülüğüne dikkat çekiyor.
Kitapta entelektüel seçkinler ile halk arasındaki mesafe sorgulanıyor. Baltacıoğlu, Ortega y Gasset ve Ziya Gökalp gibi düşünürlerin yaklaşımlarıyla şu sorular soruluyor:
Aydın halktan uzak mı durmalı, yoksa halkın içinde mi derinleşmeli?
Bu aynı zamanda aydınların sorumluluğu, işlevi ve faydasına dair bir çağrıdır.
Yazar, aydınların halk ve tarih karşısındaki entelektüel ve ahlaki borcunu hatırlatıyor.
Kitapta zaman zaman Azerbaycan kimliği ile Türk kimliği arasında gerilimli bir ilişki seziliyor.
Yazar, “Azerbaycanlı” kimliğini biçimsel; “Türk” kimliğini ise kültürel-mental bir öz olarak değerlendiriyor.
Bu sadece etnik değil; aynı zamanda kültürel yönelim meselesidir.
Hangi değerleri taşıyoruz, hangi yöne bakıyoruz?
Yazara göre bu seçimde asıl olan milliyetçilik değil; yenilenme ruhudur.
Bu yaklaşım, klasik etnosentrik bakıştan farklı olarak kültürel dinamizmi öne çıkarıyor.
Fazil Mustafa’nın bu eseri; tarihe, dine, kimliğe, ulusal hafızaya ve çağdaşlığa yalnızca ideolojik değil, aynı zamanda kültürel-felsefi bir bakış geliştiren bir çalışmadır.
Eserin asıl gücü, geçmişe dönük çözümlemelerden çok geleceğe yönelik düşünsel yol haritaları çizebilmesindedir.
Geçmişe bakarak bugünü sorgulamak ve geleceğe düşünceyle yürümek bu kitabın temel hedefidir.
Eserin en değerli yönü, tabu kabul edilen alanlarda düşünce kapılarını aralaması ve yerleşik ezberleri sorgulamasıdır:
Eleştiriye cesaret,
çağdaşlığa irade,
kimliğe yeniden bakış ihtiyacı…
Bu nedenle, “Azerbaycan: Karanlık Geçmişten Aydınlık Tarihe” yalnızca yazarın bireysel bir çağrısı değil, aynı zamanda çağdaş Türk düşüncesinin aydınlık arayışı olarak okunmalıdır.
#Ekber GOŞALI
#GaziMustafaKemalAtatürk #SayınCumhurbaşkanım #Suça #AliKoç #Çelik #BarışınAnahtarıTürkiye #Eurofighter #AzizYıldırım #TAYFUNBLOK-4 #GülbenErgen #Ortalık54 #Heykel #BankalarBirliği #DursunÖzbek #Heykel #PolisHaberBekliyor #ArdaGüler #AdilYaşam GenelAf #ÜmitÖzdağ #F-35 #NATO #İsrail #GazaStarving #Augusto #MemurEmeklisineAdalet