11189,50%1,65
42,56% 0,10
49,54% 0,05
5732,78% -0,22
9297,33% 0,17
İran, ender rastlanan bir coğrafi çeşitliliğe sahip bir ülkedir; öyle ki, aynı gün içinde hem kavurucu Merkez Çölü’nün sıcağını hem de Azerbaycan’ın serin dağlık bölgelerini yaşamak mümkündür. İran’ın kuzeybatısında yer alan Azerbaycan bölgesi, yemyeşil ovaları, yükselen dağları ve Urmu Gölü ile eşsiz bir manzara oluşturuyordu. Uzun yıllar boyunca bu büyük tuzlu göl, Azerbaycan topraklarının incisi sayılmış ve ekosistemi birçok canlı türüne ev sahipliği yapmıştı. Şifalı mineralli suları, yerli ve yabancı turistleri cezbediyor ve bölgenin gelişimine önemli katkı sağlayabilecek potansiyele sahipti. Ancak ne yazık ki, Tahran’ın Güney Azerbaycan Türklerine karşı yürüttüğü sistematik ayrımcılık sonucu bu parlak inci bugün kuruma ve yok olma tehlikesiyle karşı karşıya.
Azerbaycan’ın İncisinin Kurutulması – Rejimin Politikalarının Sonucu
Urmiye Gölü, bir zamanlar Orta Doğu’nun en büyük tuzlu gölü ve UNESCO Biyosfer Rezervi idi. Bugün ise %95’inden fazlası kurumuş ve tuzla kaplı bir çöle dönüşmüş durumda. Son 30 yılda su seviyesinin hızla düşmesi, uzmanlara göre büyük ölçüde rejimin politikalarının sonucudur. Gölü besleyen akarsular üzerine onlarca baraj yapılması, yeraltı sularının aşırı kullanımı ve sürdürülemez tarım uygulamaları bu felaketin başlıca nedenleri olarak gösterilmektedir. İran İslam Cumhuriyeti ise sorumluluğu kabul etmiyor ve her şeyi iklim değişikliğine bağlıyor.
Ortaya çıkan görüntüler, göl yatağında ağır iş makineleri ve kamyonların çalışması, gizlice lityum ve diğer değerli minerallerin çıkarıldığı şüphelerini güçlendirmektedir. Hatta bazı yerel medya kaynakları, gölün altında bulunan doğal zenginliklerin işletilmesi amacıyla su seviyesinin kasıtlı olarak düşürüldüğünü iddia etmiştir. Resmî makamlar, tuz dışında başka herhangi bir madenin varlığını inkâr etse de, gölün ekonomik bir fırsata dönüştürülmesiyle ilgili düzenlenen konferanslar ve özellikle Çin şirketlerinin faaliyetleri bu inkârları inandırıcı olmaktan uzaklaştırmaktadır.
Görünüşte, Urmu Gölü’nü kurtarmak için özel bir komite kurulmuş ve milyarlarca tümen bütçe ayrıldığı iddia edilmiştir. Ancak sonuçta göl kurtarılamamıştır. Japonya ve BM yardımları da bir sonuç vermemiştir. Gölün kuruması, bölgenin daha da ısınmasına, tarımın çökmesine ve tuz fırtınalarının oluşmasına yol açmaktadır. Eğer göl tamamen kurursa, 4 milyondan fazla insan yaşadığı yeri terk etmek zorunda kalacaktır. Bu, bölgede eşi benzeri görülmemiş bir insani krize sebep olacaktır.
Ekolojik Protestoların Bastırılması ve “Bölücülük” Damgası
Urmiye Gölü’nün kaderi yalnızca çevresel bir mesele değil, aynı zamanda siyasi ve kimlik meselesine dönüşmüştür. 2011–2012 yıllarında Urmiye ve Tebriz’de binlerce insan protesto gösterileri düzenledi. “Urmiye Gölü susuz, Meclis ölüm fermanı verdi!” sloganları atılıyordu. Rejimin cevabı ise polis şiddeti, kitlesel gözaltılar ve bir kişinin ölümüne yol açan çatışmalar oldu. İnsan hakları örgütleri, bir günde yüzlerce vatandaşın tutuklandığını doğruladı. Protestoculara “bölücü”, “yabancı güçlerin ajanı” damgaları vurularak tüm talepler bastırıldı.
Son aylarda gölün neredeyse tamamen kuruması konusundaki endişeler yeniden artmış olsa da rejimin söylemi değişmedi. SEPAH sözcüsü Ramazan Şerif, gölün kurumasını eleştirenleri “rejimi zayıflatmak isteyen güçler” olarak nitelendirdi ve konuyu doğal bir olay gibi sundu. Bu ikiyüzlü tavır, rejimin Azerbaycan Türklerine yönelik şovenist yaklaşımını açıkça ortaya koymaktadır.
Azerbaycan Türklerine Karşı Dil ve Kültür Ayrımcılığı
Çevre sorunlarının yanı sıra, Azerbaycan Türklerinin ana dili ve kültürü de yıllardır baskı altındadır. Yaklaşık 35–40 milyonluk Türk nüfus, ana dilinde eğitim hakkından mahrum bırakılmıştır. Rıza Şah döneminden beri Türkçe eğitimi yasaklanmış ve bu durum günümüze kadar sürmüştür. Anayasa’nın 15. maddesi “yerel dillerin basında ve edebiyat öğretiminde kullanılmasına” izin verse de, bu madde hiçbir zaman uygulanmamıştır.
Ana dili uğruna barışçıl mücadele dahi tehdit olarak sunulmaktadır. Örneğin, 2014 yılında Uluslararası Ana Dili Günü’nde dört Azerbaycanlı aktivist (Behnam Şıhı, Ekber Azad, Elirza Ferşi, Hamid Menafi) sadece bu etkinliğe katıldıkları için tutuklanmış ve toplamda 40 yılı aşkın hapis cezasına çarptırılmıştır. Bu ağır cezalar, rejimin azınlık kimliğine karşı olan tahammülsüzlüğünü gözler önüne sermektedir.
Zenginliklerin Talanı ve Gasp Edilmiş Kalkınma
Azerbaycan bölgesi zengin doğal ve maden kaynaklarına sahip olmasına rağmen, bu zenginliklerden yerel halk yararlanamamaktadır. Dünyanın en büyük bakır rezervlerinden birine sahip Sângun bakır madeni, gelirini bölgede bırakmak yerine merkeze aktarmaktadır. Altaylı madenleri, Zerşuran altın madeni, molibden ve taş ocakları da aynı kaderi paylaşmaktadır.
Diğer yandan, bütçe dağılımı da eşitsizdir. Çöllere su taşımak için milyarlarca dolar ayrılırken, Urmu Gölü’nün kurtarılması için gerekli olan yalnızca 1 milyar dolar dahi ayrılmamıştır. Bu, rejimin önceliklerinin Güney Azerbaycan’ın refahı değil, ideolojik ve dış politik maceralar olduğunu göstermektedir. Örneğin, sadece Suriye’ye son 10 yılda 30 milyar dolar harcandığı belirtilmektedir.
Sonuç: Azerbaycan’ın Hak Ettiği Gelecek
Bir asırdan fazla süredir Güney Azerbaycan’a yönelik inkâr, sömürü ve baskı politikaları yürütülmektedir. Azerbaycan Türkleri – bu vatansever halk – kendi topraklarında ikinci sınıf vatandaş muamelesi görmektedir. Ne dilleri ne çevreleri korunmakta, ne de milli zenginliklerde hakları tanınmaktadır.
Bu koşullarda birçok Azerbaycanlı şu soruyu sormaktadır: “Bizim geleceğimiz İran’da var mı?” Yapay zekâ bile mevcut verilere göre şöyle yanıt veriyor: Eğer Azerbaycan bağımsız olsaydı, Urmu Gölü kurumaz, bölge gelişirdi. Bu yalnızca bir varsayım değil, mevcut durumun zıttını gösteren bir gerçektir.
Azerbaycan halkı, eşit haklar, ana dilinde eğitim, kaynakların yerinde yönetimi ve kültürel kimliğin korunması için ayaktadır. Bu hak talepleri, her özgürlük yanlısının desteklemesi gereken taleplerdir. Rejim bilmelidir ki, bir millet sonsuza dek ezilemez. Tarih göstermiştir ki, sonunda hak galip gelir ve bugün susanlar yarın hesap vermek zorunda kalırlar.