Devlet, PKK’ya silah bıraktırarak çok önemli bir eşiği aştı. Bu, sadece terörle mücadelede bir başarı değil; aynı zamanda devlet aklının, kararlılığının ve sabrının göstergesidir. Herkesin “bitmez” dediği bir yapıya, diz çöktürülmüştür. Ama mesele burada bitmiyor. Bu, sadece birinci etap. Asıl büyük mücadele şimdi başlıyor: Aydın kılığındaki fikir teröristleriyle savaş.
Bugün Türkiye’nin en büyük tehlikesi, dağda pusu kuran terörist değil; içeride kürsüde, fakültede, hastanede, adliyede ve özellikle de bazı medya kuruluşlarında dolaşan sinsi zihniyetlerdir. Kravatlı, marka elbiseli, iyi eğitimli görünen bu kişiler aslında milletin bağrına saplanmış hançerdir.
Bunlardan biri tarihçi kisvesiyle karşımıza çıkar, Türk’ün bin yıllık tarihini inkâr eder, zaferleri küçümser, kahramanları “problemli figürler” olarak tanımlar. Başkaları doktor kimliğiyle çocuklarımızın sağlığı üzerinden oynar. Henüz gelişim çağındaki bir çocuğa, hayali hastalıklar tanısı koyarak psikolojisini bozar, geleceğini karartır.
Eğitim kurumlarında bu zihniyet en çok akademik unvanlar altında karşımıza çıkar. Üniversitelerimizde Türk'e, milletin değerlerine, dine ve tarihe düşmanlık eden "mingurt" bir zümre yetiştirilmektedir. Ve işin en tehlikeli yanı da bu kişilerin kendilerini aydın, ilerici, özgürlükçü gibi göstermesidir.
> PKK hiçbir zaman yüz bin kişi bile olmadı. Ama içeride sayısı milyonları bulan, “entel”, “aydın”, “sanatçı”, “akademisyen”, “aktivist” ve ne yazık ki bazı gazeteci maskesi takmış, fikir ve kimlik terörü yayan çok daha büyük bir yapılanma var.
Bu yapı, bir örgütten ziyade bir zihniyet terörüdür. Kalemle, ekranla, kürsüyle, sosyal medyayla saldırır. Devletin kendisine değil, milletin bilinçaltına operasyon yapar.
Hukuk alanında da durum farklı değil. Baroların bazıları suçluyu aklamayı marifet, teröriste avukatlık yapmayı görev sayar hale geldi. Hukuk kisvesi altında mafyayı, katili, sapkını savunmayı "insan hakkı" adı altında pazarlayan bir anlayış var. Suçluya merhamet, mağdura ihanet haline dönüştü.
Medya cephesi ise bu zihinsel işgalin en etkili silahı haline gelmiştir. Bazı gazeteciler, “tarafsızlık” perdesi ardında terör propagandasına, milli değerleri aşağılama kampanyasına hizmet etmektedir. Kalemlerini milletin değil, küresel aklın çıkarlarına kiralayan bu kişiler, bilgi değil, algı üretmektedir. Hakikatin değil, fitnenin taşıyıcısıdırlar.
Tüm bu yapılar farklı alanlardan gelse de aynı hedefe hizmet ediyor: Türk milletini içeriden çürütmek, öz benliğinden koparmak.
Ve bu süreç öyle bir noktaya geldi ki, artık PKK ve IŞİD, bunların yanında neredeyse "görünür" ve "daha az tehlikeli" kalıyor.
Ama eminim ki devlet bu tabloyu görüyor. Tıpkı dağdaki teröristle baş ettiği gibi, içerideki fikrî terörle de mücadele edecek. Sırada eğitimde, adalette, akademide, medyada kendini “aydın” gibi gösteren ama özünde milletin değerlerine düşman olan bu yapılar var.
Devlet, gücünü gösterdi: PKK’ya silah bıraktırdı.
Şimdi sıra kaleme, kürsüye, üniversiteye, hastaneye, ekranlara sızmış bu kravatlı, diplomalı, mikrofonlu teröristlerle mücadelede.
Ve bu mücadele, sadece bir devlet görevi değil, hepimizin vazifesidir. Çünkü topraklarımızı asker korur; ama milletin ruhunu koruyacak olan, biziz.
Topraklarını düşmandan ordu korur, ama milletin zihnini işgal eden düşmana karşı uyanık bir vicdan ordusu gerekir.