Bağdat’tan söz ettiğimizde, onu tek bir döneme sığdırmak mümkün değildir. Bağdat, uzun bir tarihin aynasıdır; bu tarihi şekillendiren birçok millet arasında Türkmenlerin de silinmez bir izi vardır.
Eski taşlarının her birinde, mahallelerindeki her bir minarede, her bir medrese, tekke ve çarşıda Türkmenlerin; akılla imanı, ilimle insanı harmanlayan bir medeniyetin izleri görülür.
Türkmenler, hicretin ilk yüzyıllarından itibaren Bağdat’a girmiş, özellikle Selçuklu Devleti’nin yükselişiyle varlıklarını güçlendirmiş, Celâyirli ve Osmanlı dönemlerinde ise bu varlık daha da kökleşmiştir.
Bu varlık sadece askeri bir mevcudiyet değildi; kültürel, idari ve mimari bir etkinlikti. Türkmenlerin bulunduğu her yerde düzen, eğitim, ibadet ve sosyal hizmet de vardı.
Bağdat’ta kurdukları dini, ilmî ve sosyal kurumlar, bugün şehrin tarihî kimliğinin temel taşları arasında yer alır.
Bağdat’ın kalbi olan Meydan bölgesine yolu düşen herkes, duvarlarda, binaların detaylarında ve hâlâ Türkmen ruhunu taşıyan sokak isimlerinde bu tarihi okuyabilir.
Sadece bir kilometrelik Meydan bölgesinde bile Türkmen varlığının canlı tanıkları görülür:
Tüm bu yapılar sadece taş ve harçtan ibaret değildir; düzenli bir aklın ve yüksek bir insanlık anlayışının izleridir.
Türkmenlerin bulunduğu her yerde bir cami, bir medrese, bir hastane ve bir çarşı görmek mümkündür; yani, bedenle ruhu ve aklı bir araya getiren hayatın bütünlüğü.
Bağdat’taki Türkmen aklı tarih boyunca uygulamacı ve kurucu bir karaktere sahiptir. Onlar geçici izler değil, kalıcı kurumlar bırakmışlardır.
Türkmenin varlık felsefesi, kamusal fayda üzerine kuruludur:
Bu kurumsal düşünce, Türkmen medeniyet felsefesini yansıtır: Ruh ile aklı, inanç ile düzeni, din ile medeniyeti birleştirir.
Onlar için mekân yalnızca bir yerleşim alanı değil, medeniyet mesajıdır.
Her yapı bir eğitim, insani veya manevi amaca hizmet eder. Bu nedenle eserleri kalıcıdır; çünkü insanı merkeze alır.
Tarihi okuyan herkes bilir ki Türkmenler izlerini sadece taşlarda değil, Bağdat’ın kültürel bilincinde de bırakmışlardır.
Onlar; düzen, eğitim, disiplin ve hoşgörülü iman değerlerini yaymışlardır.
Okulları, tekkeleri ve camileri, ilim, tasavvuf, fıkıh, dil ve sanatın merkezleri olmuştur.
Meydan’dan Babü’l-Ma‘zam’a, Fazıl’dan Azamiye’ye kadar uzanan bölgelerde, Türkmen valiler, âlimler ve mimarlar tarafından inşa edilen eserler, Bağdat’ın İslami kimliğini şekillendiren bir düşünce ve şehircilik uyanışının izleridir.
Türkmenlerin Bağdat’taki eserleri sessiz taşlardan ibaret değildir; onlar, konuşan bir medeniyetin hikâyesidir.
Hastanelerden camilere, okullardan kalelere kadar Türkmenler Bağdat’ın her köşesine bir mühür bırakmıştır —
yıkan değil, inşa eden; izleyen değil, kuran bir milletin mührü.
Bağdat’ın her eski minaresi, onu yapanın adını fısıldar.
Her taş, “insana hizmet ibadettir” diyen Türkmen elinin izini taşır.
Gerçek medeniyet, geride kalıcı bir eser bırakmaktır.
Bu kaynakların tümü, ister Arapça ister Osmanlıca ister Türkçe olsun, aynı gerçeği vurgular:
Türkmenler Bağdat’ta geçici bir unsur değil, kurucu bir medeniyet unsuru olmuşlardır.
Meydan’dan Babü’l-Ma‘zam’a, Serrac Hanı’ndan Fazıl semtine kadar uzanan tüm izler, inançla şehir kuran bir milletin sessiz ama güçlü hatıralarıdır.
#VPvFB #Penaltı #uefamafia #Osimhen #AkınGürlek #Talisca #Duran #AJAvGS #Ajax #AkınGürlek #Plzen #Osimhen #Tarihin #NewYork #Yapı #Talisca #Duran #VoctoriaPlzen #Tarihin #Denzel
Evet 261 Kişi
Hayır 8 Kişi