Ankara’da sabah yola çıkmak demek, otobüs kartında bakiye eksiği riskini göze almak demektir. Çünkü artık 2025’teyiz,EGO kullanımı 26 lira, ama kartta hep 25,25 var ve 0,75’lik farkı insan itibarı tamamlamalı. Şoför “ hayırlı sabahlar kardeş, geç” diyorsa o gün dualar edilesi bir gün oluverir. Yok, “olmaz kardeşim tamamla da gel “ diyorsa Sıhhiye’ye kadar yürüsün, bedenin sürüklenirken cadde üzerinde kalben bambaşka diyarlara çoktan yol almış olursun..
Yine öyle bir sabahtayız. Gökyüzünün ve sokakların griliği kol kola girmiş insanların suratında raks ediyor. Ama bir umut var içinde, ne de olsa geçen ayki KPDS’den 83 puan aldın. Dile kolay, 83. Eş- dost “b”u puanla kesin bakanlıktasın.” yorumunu şrak! diye çoktan yapıştırdı, anlının tam ortasına. Bekliyorsun. İçin kıpır kıpır. Birinci hafta “ daha erken, haftaya haber gelir bakanlıktan.” İkinci hafta, “ Öyle enseyi karartma hemen, devlet işi bu borumu, beklemeden olmaz.” Üçüncü hafta “ Ya sabır, ya selamet.” Derken gele gele gelen İŞKUR’ mesajı, “ CV’nizi güncellediniz mi?”
CV güncel, umut tehirli, hayat uzun, Ankara yolları inişli çıkışlı..
Evde bir heyecan bir heyecan, sanırsın ki işe girilse devletten maaş değil, moral bağışı yapılacak tüm aileye. Çaydanlık homurdanıyor baba söyleniyor “KPSS puanı ekmek almıyor.” Anne ise elinde vileda kovası, banyo mutfak aralığı koridoru paspaslamaya yollanırken ünlüyor, çaydanlık ve babanın sesini bastırarak; “ Ayşe’nin oğlu senin girdiğin sınava girdiydi ya, beş gün önce Meclis’e girivermiş aldığı puanla.”
Tam o anda telefon çalıyor. Numara tandık değil. Bu saatte arasa arasa GSM operatörleri arar “ tarifenizi yenileyelim mi?” diye, ya da kargocu tehdit eder “ evde yoksan kargonu bırakmam ha..” nidası ile. Bakalım hangisi deyip açılan telefonda farklı bir konuşma:
“ Merhaba, sizi mülakata bekliyoruz.”
Ankara’da yaşayıp mülakata çağrılmak, Kızılay’daki simitçinin “ Üstü kalsın.” diyen bir müşteri ile karşılaşması kadar mucizevi bir durum. Ev bayram yeri, hane halkı “Hadi inşallah!” duasında.
Mülakat günü geldi. Bayramlık elbiseler giyildi. Heyecanla mülakat yerine varıldı. Yer: Necatibey civarında, en son 74’te boyanmış bir kamu binası. Güvenlik görevlisi dış kapıda, X-Ray çalışmıyor ama prosedür gereği çantalara bakılmadan içeriye alınılmıyor.
Mülakat odasına varıldı. Odada üç kişi var, birisi CV’den gözünü alamıyor, diğeri sadece çay içiyor, üçüncüsü ise ihtimal ki “Neden buradayım” sorgusundan henüz beynini kurtaramamış.
İlk soru:
“Bize kendinizi üç kelimeyle anlatır mısınız?”
Cevap:
“İstikrarlı, beklemiş, torpilsiz.”
Önce hafif sonra ağır bir sessizlik. Öyle ki kalorifer borusundan gelen “tısss” sesi duyuluyor. Ardından bezgin bakan gözler ve yorgun dudaklardan o klasik cümle:
“sonuçlar mail yolu ile size bildirilecek.”
Bekleniyor da bekleniyor..
Derken mail geldi.
“ İlgili pozisyona yerleştirilmek için yeterli bulunamadınız.”
Süreç tekrarlıyor, yine sınav, yine CV, yine mülakat..
Derken bir gün bir mucize oluyor ve mail yerine bir telefon!
“pazartesi gerekli evraklarla birlikte bekleniyorsunuz, hayırlı olsun.”
Ankara o gün gri değil. Güneş renklere bürünmüş semada dalgalanıyor. Mevsim bahar, kış da yaz da olamaz o gün. Aile whatsApp grubundan mesaj yağıyor, “Hayırlı olsun.”, “Tebrik ederim.”..
İşe başlama günü geldi. Üste 2016’dan kalma takım çekildi. Siyah bir çanta alında, içi boş ama şekil ömeli, surat ciddi, zihin sisli.
Vee ilk görev:
“Şu evrakı 3. Bloktan al, 5. Bloğa götür.”
“Hımm bu kadar kolay mı işim.” Diye düşünüyorken Ankara bürokrasisinde hiçbir şeyin kolay olmadığından haberin yoktu. O iki blok arası fiken 400 metre olabilir ama birazdan Tibet’ten Everest’e yolculuğa çıktığını anlayacaksın.
Önce güvenlik.
“Kimlik?”
“İşe yeni başladım.”
“Yaka kartı yoksa giremezsin.”
“İşe yeni başladım…”
“Yine de giremezsin.”
“Dosyayı alacağım sadece.”
“Başka bir yerden al.”
Sanki evrak yerli malı değil de ithal uranyum.
Neyse, zar zor da olsa girildi, dosya alındı.
Dikkat: Evrak zımbalı!
Çünkü Ankara’da ciddiyet göstergesidir zımba.
Yola çıktın, derken Kızılay’ın o meşhur ‘psikolojik rüzgârı’ bir başladı. Saçlar uçuştu gömlekler bedene yapıştı derken hoop, hain rüzgâr sen gel, dosyanın bir yaprağını havalandır, al götür. Hem de içinde en önemli bilginin olduğu yaprağı..
Burası bürokrasinin ana kucağı, burada illa ki en önemli evrak ya kaybolur, ya üzerine çay dökülür ya da imzadan mahrum bırakılır.
Beşinci bloğa vardın. Sekreterlikte görevli biri farketti:
“Bu dosya eksik.”
“Yolda rüzgâr oldu.”
“Rüzgâr hep oluyor.”
“Yaprak uçtu.”
“Uçmasın.”
Bu diyaloğun ardından istikamet geldiğin yer. Dosyanın dijital hali isteniyor. Bilgisayarda dosya var ama açılmıyor. “.docx” değil, “.doc” uzantılı.
Sistem “desteklemiyor” deniyor. Kimse de nedenini bilmiyor.
Günün sonunda çay ocağına uğruyorsun.
“Bir çay verir misin?”
“Bardak kalmadı, plastik olur mu?”
Olur. Zaten hayatın kendisi plastik. Ne şekli belli ne içeriği. İçi sıcak dışı dayanıklı görünür ama aldanma, eline aldığın anda içindekini kusacak kadar kırılgandır hep.
Çaycı soruyor:
“ Simit?”
Cevap:
“Simit mi? 2025’ te simit bir yiyecek olmaktan bir statü göstergesi olmaya terfi etti kardeşim haberin yok mu?”
Akşam oldu, eve döndün. Gurur ve meraklı ilk soru:
“ ilk gün nasıldı?”
Hafif tebessümle:
“ İyi.” Diyorsun ve ekliyorsun “Evrak uçtu biraz. Evrakla beraber yancıları da.é
“Nasıl yani, yancılık var mı Ankara’da?”
“Umudumuz mesela.” deyiveriyorsun. “ Evraklara sarılmış umudumuz da uçuyor evraklarla.”
Kimse gülmüyor. Çünkü herkes biliyor: Bu şehirde gerçekten en çok uçan şeyin umut olduğunu.
Ertesi sabah aynı elbise, aynı çanta ile yine yola revansın.
Göğe bakıyorsun dünkü renk yine kapatmaya durmuş mu kendini ne?
Duraklar dolusu insanlar, duraklar dolusu umutlar uçmaya hazır yine. Her bir yüzde ayrı ama aynı bakışla bezenmiş bir çift göz. Her bir zihinde ayrı dünya.
Söyleniyorsun kendi kendine:
“Bir Ankara masalı yaşanıyor burada. Masal ama anlatanı çok, anlayanı az.”
Ve sonra karıştığın kalabalıkta yoldaşın olan yalnızlıkla hafiften övünçle gülümsüyorsun, dün işe alınırken duyduğun cümle geldiği için aklına:
“Torpil de yokmuş ama yine de bir deneyelim bakalım...”
Ayşegül Demir
glnhal80@hotmail.com
#Barınajans #Hasan Barın #izmiryanıyor #S.A.V #Peygamber #Islam #karikatür #LemanDergisi Kapatılsın #LemanDergisiKAPATILSIN #Musa #Atatürk'e #Jhon Duran #Ulu Önder Tektir #O da Hz #Kemalist #Kerem Aktürkoğlu #Geç Olmadan #Hakan Çalhanoğlu #İzmir #İsmail #Devlet Bahçeli #Mossad #İsmail #Özgür Özel