Bankalar pek yaygın değildi o zamanlar. Paraya ihtiyacı olanlar kredi, kredi kartı, eksi hesap nedir bilmezdi.
Varsa ihtiyaç, eş dosttan toplanır, eksik kapatılırdı.
İhtiyacı olana yardım etmek, düşenin elinden tutmak şimdiki gibi büyük bir erdem değil hayatın bir gerçeğiydi.
O zamanlarda; “Yok!” kelimesi yazmazdı lügatlerde.
Olan ne ise paylaşılır, eksik kalanı tamamlamak için çaba harcanırdı.
“Kefen parası.” diyerek zor günler için ayırılan meblağ bile ihtiyaç sahibi yakınlar, dostlar ve arkadaşlar için göz kırpılmadan sarf edilirdi.
Bilinirdi ve sıklıkla dile getirilirdi; Rızkı Veren Hüda’dır.
Bu düstur hiçbir zaman hatırdan çıkarılmaz, rızık konusunda endişeye düşülmezdi.
Çok zaruri olmayan ihtiyaçlar ertelenir, o an için ihtiyaç sahibi olan bir yakının yarasına merhem olunurdu.
Bir bardak çay, bir kâse şeker, pirinç, un paylaşılır; her sofranın eksiksiz kurulması için yardımlaşılırdı.
Şimdi; kimse kimsenin kapısını çalamaz oldu.
Çaylar unutuldu, sohbetler öksüz kaldı.
Kimse kimseden bir şey istemez/isteyemez hale geldi.
Bırakın para istemeyi, en ufak bir ihtiyaç için bile gidilemez oldu konu-komşuya, eşe-dosta, yakın-uzak akrabaya...
Cepte kredi kartı, cadde başında market var ya!
Ne gerek var konu komşuya…
Ne ihtiyaç var kapı çalmaya!..
Boyun bükmeye, dil dökmeye…
Gidilir alınır ne eksikse.
Nasıl olsa kasada para soran yok.
Kart geçiyor; ödeme tamamlanıyor.
Ya sonrası?
Sonrası mı canım?
O da sıkıntı mı?
Çok sıkışılırsa bankalar var.
Ne güne duruyor ihtiyaç kredileri.
Alınır düşük faizli bir kredi, kapatılır tüm borçlar.
Ya geri ödemesi?
Ya yarınki kazanılacağı hayal edilenlerin bugünden tüketilmesi!..
Bugünkü sıkıntılardan kurtulmak için uzun bir geleceğin sıkıntı ile geçirilmesine sebebiyet verilmesi!..
Böyle mi olmalıydı?
İnsanlar birbirinden uzaklaşıp her şeye maddi açıdan mı yaklaşmalıydı?
Dostluklar, ilişkiler, arkadaşlıklar kuru laftan mı ibaret kalmalıydı?
Rızık konusunda endişeye düşülüp elde iyice avcu sıkı mı olmalıydık?
Yarınımızı kaygı edip varken paylaşmak yerine biriktirmeye mi odaklanmalıydık?
İhtiyaç sahibi bir yakınımızın yarasına merhem olmak yerine göreceğimiz dahi garanti olmayan yarınlar için mi saklamalıydık?
“Akrabaya yardımcı olun.
Yoksula/düşküne yardımcı olun.
Yolda kalmışa yardımcı olun.” (İsra Suresi, 26)
Ayeti ile bize emir niteliğinde yapılan tavsiyesi yok sayıp sadece kendimiz için mi yaşamalıydık_
Tabii ki bu şekilde değil; kulluğumuza yaraşır şekilde yaşamalıyız hayatı.
Peki, ne oldu bize de bu durumlara düştük?
Ne olacak; rızkı verenin “Hüda” olduğunu unuttuk.
O yüzden böyle perişan durumda, kalabalıklar içinde yalnız yaşamaktayız.
Aciz varlığımıza çözümü, olması gereken yerde, Yüceler Yücesi’nin makamında değil de kendi aciz çabalarımızda aramaya koyulduk.
Çözüm mü?
Çözüm basit…
Tüm kaygılara, endişelere son vermek: “Rızkı Veren Hüda’dır.”
Teslimiyet O’na.
Gerek var mı başka çözüm yolları aramaya?
Gerek var mı yarının kaygısı ile gergin bir hayat yaşamaya?
Bugünü yaşamak dururken yarınların endişesi ile hayatta zevk alamadan günler geçirmeye?
Hadi, birlikte bulalım bu soruların cevabını.
Sağlıklı, mutlu ve huzurlu bir ömür diliyorum efendim. Saygılarımla.
#Alpaslan Demir
İstanbul-23.05.2025
#Barinajans #Google
#finalfour2025 Barinajans #Google #uzakşehir #Vanspor #AzizYıldırımGöreve #Alya Albora #HTYvFB #Hatayspor #Mourinho #BTGSondakika #SedefeSahipÇıkalım #Ayrimsız İnfazDüzenlemesi #Küme #Kemal Kılıçdaroğlu #Tazminatör #Ümit Öztürk #CHP'li #Mahkumlara 2ŞansıVerin #ÇırakVeStajyerlere #Putin #GazaGenocide #Melih Gökçek