İnsan; aklı ile yaratıcıyı bulabilen, yaratılış gayesinin bilincinde olarak yaşamını sürdürebilen bir varlıktır.
Allah tarafından yaratmış olduğu canlılar içerisinde hem yaptıklarından hem de yapmadıklarından sorumlu tutulan yegâne varlıktır aynı zamanda.
Yaptığı ve yapmadığı, konuştuğu ve sustuğu ile hesaba çekilecek, onun sonucuna göre mükâfat veya ceza alacaktır.
Bu sorumluluğun en önemli boyutu ise yaratılış gayesi doğrultusunda kulluk vazifesini yerine getirmek, günün her saatinde bu bilinç içerisinde hareket etmektir.
İnsan gündelik hayatını devam ettirebilmek için başta besin olmak üzere birtakım şeylere ihtiyaç duymaktadır.
O yüzden hayatını devam ettirme noktasında Allah’ın yaratmış olduğu bu nimetlerden istifade etmektedir.
İnsanın her gün belli bir miktar yiyeceğe, içeceğe, besine ihtiyacı bulunmaktadır.
Günlük çaba ve gayretinin bir bölümünü bu ihtiyacını temin etmeye yöneliktir.
Bu durum halk arasında rızık temini olarak ifade edilmektedir.

Rızık temini, günümüz insanının en büyük endişesi haline gelmiştir.
Ailesinin günlük iaşesini temin etmek, onları ele güne muhtaç olmadan yaşatmaya çalışmak her insanın en büyük gayesidir.
Burada unutulan ve daha doğrusu dikkatlerden uzak kalan bir husus bulunmaktadır:
Bu konuda her ne kadar insanın gayreti, çabası, çalışması önemliyse de rızkın bir yaratıcısının olduğu gerçeği…
Yeryüzündeki canlı ve cansız tüm varlıkları yaratan ve onları insanoğlunun hizmetine sunan Yüce Allah’ın sonsuz kudretinin sonucu hayatta olduğumuz…
Biz insanlara düşen görev alıp verdiğimiz nefes de dahil olmak üzere ihtiyaç duyduğumuz her şeyin karşılığında sonsuz kudret sahibine gereğince şükretmektir.
En büyük hatamız ise tüm insanlığın ortak malı olan kaynaktan faydalanırken bencilce hareket etmemiz, sadece kendi nefsimizi düşünmemiz.
Sanki her şey bizim için yaratılmış, birlikte tüketeceğimiz insanlar ve diğer canlılar yokmuş gibi sorumsuzca hareket etmemiz.
Tüm nimetlerin adeta son damlasına kadar bize akmasını istememiz.
Kaynağı Yüce Allah olan rızık konusunda endişe etmeye gerek yok!..
Rızık endişesi insanoğlunu açgözlülüğe sürükler.
Doğada bulunan hiçbir canlı ihtiyacından fazla tüketmez.
Vahşi hayvanlar bile karnını doyurduktan sonra bir kenara çekilip dinlenir. Arta kalan yiyecekten diğer canlıların istifade etmesini seyreder.
Ama avlanmak için doğaya çıkan insanoğlu öyle mi?
Avlanırken ihtiyacını gözetmez.
Her ne avlıyorsa âdeta kökünü kurutur.
Daha çok, daha çok avlamaya gayret eder.
Neden?
Aç kalma korkusundan mı?..
Yoksa aç gözlülükten mi?!..
Yıllar önce Erzurum’da bir muhabbet ortamına denk gelmiştim.
Bir avcı çevresindekilere av hatıralarını anlatıyordu.
Orada bulunanların ifadesine göre yörenin en meşhur avcılarından biriymiş.
Erzurum ve Erzincan çevresinde görmediği dağ, geçmediği dere kalmamış.
Biz de sohbet halkasına dahil olunca ilk defa tavşan avına gidişini anlattı.
Gençmiş o zamanlar. Av tüfeğini kullanmayı yeni yeni öğreniyor, atışlarda uzmanlaşmaya çalışıyormuş.
Yalnız başına gittiği ilk av serüveninde çok sayıda tavşanın olduğu bir bölgeye denk gelmiş.
Yaklaşık on tane tavşan vurmuş.
Hepsini sırtlayarak eve dönmüş.
Buradan ilerisini avcının dilinden dinleyelim:
Eve geldim. Babam yoktu. İlk defa ava gitmiş ve çok sayıda tavşan vurmuştum. Babam eve döndüğünde avcılığımla gurur duyacak, getirdiğim tavşanları görünce alnımdan öperek beni tebrik edecek, diye düşünüyordum.
Vurduğum tüm tavşanları kapının girişindeki ağılın üzerine serdim.
Heyecanla babamın gelmesini beklemeye koyuldum.
Mutluluktan içim içime sığmıyordu.
Uzun bir bekleyişten sonra babam geldi;
“Bunların hepsini sen mi vurdun?” diye sordu.
Ben de büyük bir av yapmış olmanın gururu ve heyecanıyla;
“Evet baba, hepsini ben vurdum.” dedim.
Gayet rahat bir şekilde babamla sohbet ediyordum.
Birden sol yanağımda bir yanma ile sarsıldım.
Babam okkalı bir tokat atmıştı.
Hemen arkasında ilave etti;
“Bre köpoğlusu!
Kökünü kurutmaya mı niyet ettin?..”
“…”
“Bir tane tavşan neyine yetmiyordu?!!”
“…”
Babam, öfkeden kıpkırmızı olmuş yüzüyle beni fırçalıyor, çok sert bir üslupla azarlıyordu...
Ne olduğunu anlamaya çalışıyordum.
Tabii ki verecek bir cevabım yoktu.
Sonra bana avcılıkta önemli olanın çok sayıda tavşan yakalamak değil, her ava gidişte avlanacak tavşan bulabilmek olduğunu anlattı.
O zaman hayatımın dersini aldım.
Bir daha ne zaman ava gitsem asla ikinci bir av hayvanına ateş etmedim….
Evet, bu avcının genç yaşta babasından yediği tokat ile öğrendiğini keşke her avcı, acı bir tecrübe yaşamadan öğrenebilse.
Keşke herkes bu ilkeyi hayatına uygulayabilse.
Yaşam biçimi haline getirebilse.
Yeteri kadarı ile iktifa edebilse…
Günlük hayatta da böyledir aslında.
Biriktirmeye, hep daha fazlasını biriktirmeye çalışır insanoğlu.
Sahip oldukları ile yetinmez, sahip olamadıklarının kaygısına düşer.
Bu kaygılı yaklaşım ile ister istemez yanlışa, yaratılışına ters düşen işlere bulaşır.
Aklı sıra böyle hareket etmekle yarınını garantiye almaya çalışmakta, gelecekte rahat edebilmek için birikim yapmaya gayret etmektedir.
Oysa bu duygu insanları yetmeyecek endişesiyle açgözlülüğün içine sürüklemektedir.
Bu düşünce içindeki insan ne kadar çok birikim yaparsa o kadar mutlu olacağına inanmaktadır.
Hâlbuki büyükler parayı gönle değil cebe koymayı öğütlemiştir.
Mevlânâ bu konuyu;
“Deniz gibi mal kazan, fakat sen üzerinde gemi ol.” cümlesiyle çok güzel ifade etmiştir.
Bir gemi su alırsa akıbeti ancak batmak olur.
İnsan para üstü yaşamayı başarmalıdır.
Paranın gönlüne hakim olmasına izin verirse açık denizde batma tehlikesi ile karşı karşıya kalan geminin durumuna düşer maalesef.
Rızık endişesi…
Yarın endişesi…
Peki yarını görme garantisi var mı?
Bu soru hiçbir zaman aklına gelmez insanoğlunun.
Oysa “Rızkı Veren Hüda’dır.”
Korkuya, endişeye, geleceği kaygı etmeye gerek var mı?..
Alpaslan Demir
İstanbul-25.04.2025
#EYUPvGS #BugünGünlerdenGALATASARAY #BuCHP #Ciddi #Ümit #NusaybinBirDestinasyon #Morata #Ahmet Sungur #Sallai #Yunus #Okan #Lider #TekGüzelHatıramız CünZey #Sanchez #ŞEN OLA CİMBOM ŞEN OLA #Arne Slot #Verme #Pilot
Evet 262 Kişi
Hayır 8 Kişi