Bu zirve, hem organizasyonun yapısı hem de gerçekleştiği dönemin siyasi bağlamı açısından önceki buluşmalardan farklıydı. Sadece siyasi bir gösteri olmanın ötesinde, Türk dünyasının karşı karşıya olduğu ciddi sınamaların bir yansımasıydı.
Her şeyden önce belirtmek gerekir ki, TDT'nin tüm üyeleri büyük önem taşımaktadır. Azerbaycan ve Türkiye, teşkilatın ideolojik temellerini oluştururken, Orta Asya’daki Türk devletleri ise esas güç unsurlarıdır.
Bilindiği üzere, kısa süre önce Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan ve Türkmenistan, Avrupa Birliği’nin baskıları ve ekonomik teşvikleri sonucunda Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nde diplomatik temsilcilik açma kararı aldılar. Bu durum Türkiye tarafından ciddi rahatsızlıkla karşılandı; Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) yönetimi ise bu adımı “diplomatik ihanet” olarak nitelendirdi.
Bu bağlamda, KKTC ile Türkmenistan’ın zirveye katılmaması dikkat çekti.
KKTC meselesi oldukça açıktır. TDT’ye üye bazı devletler, özellikle Orta Asya cumhuriyetleri, KKTC’yi resmî olarak tanımaktan hâlâ çekinmektedir. Bu durum, teşkilat içerisinde ortak bir siyasi ve hukuki yaklaşımın henüz oluşmadığını gösteriyor.
Türkmenistan ise geleneksel tarafsızlık politikasını sürdürmekte ve daha çok gözlemci bir rol üstlenmektedir. Ancak bu tarafsızlık artık stratejik bir belirsizlik olarak değerlendiriliyor. Türkmenistan’ın bu tutumu, gelecekte onu bir tercihle karşı karşıya bırakabilir: Ya TDT’ye entegre olacak ya da teşkilattan uzaklaşacaktır.
Türk birliği açısından fikir ayrılıkları ve iç çelişkiler artık yeni bir aşamaya geçmiştir. Önceleri bu farklılıklar daha çok ekonomik ve kültürel düzeyde kendini gösteriyordu, ancak günümüzde jeopolitik kararların uyumluluğu ön plana çıkmaktadır. Bazı ülkelerin Batı’ya yakınlaşması, bazılarının Rusya ile yoğun ilişkileri, diğerlerinin Çin’e yönelmesi; teşkilat içerisinde ortak bir stratejik çizginin eksik olduğunu ortaya koyuyor. Bu da TDT’yi bir bölgesel koordinasyon kulübüne ya da kısa vadeli anlaşmaların platformuna dönüştürebilir. Eğer bu eğilim sürerse, TDT’nin siyasi etkisi zayıflayacaktır. Tersi olursa, daha merkezî, somut hedefleri olan ve etkin mekanizmalarla işleyen bir yapının ortaya çıkması mümkün olabilir.
Tüm bu gelişmelere rağmen göz ardı edilemeyecek bir gerçek var: Zirve Avrupa Birliği sınırları içerisinde yapıldı. Macaristan hem AB’nin tam üyesi hem de Türkiye ve Azerbaycan’la yakın ilişkilere sahip nadir ülkelerden biridir. Bu da TDT açısından Avrupa’ya açılan bir kapı ve kültürel-diplomatik yayılma fırsatı anlamına gelmektedir.
Bu noktada önemli bir soru gündeme geliyor: TDT derinleşmeyi Doğu’ya mı taşıyacak, yoksa Batı’ya mı açılacak?
Ne yazık ki Budapeşte’deki zirve bu soruya net bir yanıt vermedi. Ancak bu sorunun artık gündemde olduğunu gösterdi.
Sonuç olarak diyebiliriz ki, Türk birliği henüz bir fikir aşamasındadır ve onu kurtaracak tek unsur, ortak siyasi iradedir. Budapeşte'deki zirve, hem sembolik hem de gerçek anlamda Türk dünyasının bir yol ayrımında olduğunu ortaya koydu. Artık sadece dil, kültür ve tarih değil; stratejik kararların eşgüdümü de zorunludur.
Bu bağlamda üç temel adım atılmalıdır:
Aksi hâlde düzenlenen “Türk kurultayları” yalnızca tarih ve folklor gösterilerine dönüşecektir. Oysa ki dünya siyaseti somut ittifakları ve sonuç doğuran yapıları ciddiye almaktadır.
Yazan: Politolog #Turan Rzayev
Barinajans #Google #finalfour2025 #FenerbahceBeko #yenikapı #Göztepe #Mustafa #WE ARE CHAMPIONS #Kenan #Hoca #Tarık #İbrahim Kutluay #Nigel #Emekli #Yalan #AK Parti #24 SenedirAfBekliyoruz #Sokak #Her Mahallesiyle İstanbul #KademeAnkaradaTekYürek #Genel Başkanımız