
Türkiye, bir yasayla sadece bürokratik bir düzenlemeye değil, kimliğin, tarihin ve geleceğin merkezine dokundu. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın imzasıyla yürürlüğe giren “Türk soylu yabancıların istihdamını kolaylaştıran” yasa, kağıt üzerinde bir istihdam kolaylığı gibi görünse de, aslında Türkiye’nin yeni yüzyıl kimlik vizyonunun satır aralarına yazılmış bir manifestodur.
Bu yasa, 1981 tarihli 2527 sayılı kanunun günümüz koşullarına uyarlanmış hâlidir.
Yani Türkiye, Soğuk Savaş’ın gölgesinde attığı bir kimlik adımını, şimdi Türk Yüzyılı perspektifine taşımaktadır.
Ancak mesele sadece geçmişin güncellenmesi değil; aynı zamanda geleceğin tanımlanmasıdır. Çünkü bu düzenleme, artık kimin “Türk soylu” sayılacağına dair yetkiyi doğrudan Cumhurbaşkanlığı’na veriyor.
Bu da şu gerçeği ortaya koyuyor:
Türkiye, artık kendi kimliğini ve kimliğine kimleri dahil edeceğini bizzat tanımlamaya başlıyor.
Yasanın en kritik tartışması burada başlıyor.
“Türk soyluluk” nasıl ispatlanacak?
Bugüne kadar birçok topluluk —Güney Azerbaycan, Doğu Türkistan, Ahıska, Kırım, Irak Türkmenleri, Balkan Türkleri— bu belgeyi almakta büyük zorluklar yaşadı.
Çünkü kendi ülkelerinde “Türk” olarak tanınmıyorlardı.
Kimi için Türk olmak suçtu, kimi içinse yasaktı.
Dolayısıyla bir Güney Azerbaycan Türkü Türkiye’ye geldiğinde, “Ben Türküm” dese bile bunu ispatlayacak bir resmî belgesi olmuyordu.
Şimdi bu belgeyi kimin vereceği, nasıl değerlendirileceği Ankara’da kararlaştırılacak.
Bu durum bir yandan hızlı karar alma avantajı getiriyor, ama öte yandan ciddi bir kimlik muğlaklığı yaratıyor:
Bir insanın Türklüğü, sadece belgelerle mi ölçülür, yoksa kültürle, dille, aidiyetle mi?
Eğer bu soruya doğru cevap verilmezse, yasa bir kimlik köprüsü değil, yeni bir bürokratik duvar hâline gelebilir.

Bu noktada en hassas topluluk hiç kuşkusuz Güney Azerbaycan Türkleridir.
Yaklaşık 40 milyonluk bu halk, tarih boyunca Türkiye’ye en yakın duran, acısıyla sevincini en içten paylaşan topluluktur.
Ama İran rejiminin sistematik kimlik baskısı nedeniyle, kendi ülkesinde “Türk” olduğunu resmî olarak yazdırma şansı yoktur.
Ne nüfus kâğıdında, ne okulda, ne de resmî bir belgede “Türk” kelimesi geçer.
Bu nedenle Türkiye’ye geldiğinde “Türk soylu” olduğunu ispatlaması neredeyse imkânsızdır.
İşte bu yasa tam da bu topluluklar için bir umut ışığıdır — ancak aynı zamanda bir sınavdır da.
Eğer Ankara, bu yasa çerçevesinde “Türk Soyluluk Teyit Komisyonu” gibi bağımsız ve adil bir mekanizma oluşturursa, hem Güney Azerbaycanlılar hem de tüm Türk dünyası için tarihi bir köprü kurulabilir.
Ama bu mekanizma kurulmazsa, 40 milyon Türk, Türkiye’nin kapısında kimliksiz sayılma tehlikesiyle karşı karşıya kalır.
Bu da sadece bir bürokratik eksiklik değil, tarihî bir kırılmadır.
Bugün Türk Devletleri Teşkilatı “Ortak Türk Kimliği” fikrini güçlendirmeye çalışıyor.
Ancak bu kimlik sadece devlet başkanlarının toplantılarında değil, insanların hayatında anlam kazanır.
Eğer Türkiye bu yasayı sadece ekonomik bir istihdam kolaylığı olarak görürse, bu fırsat heba olur.
Ama eğer bu adımı bir “kimlik diplomasisi”, bir “yumuşak güç stratejisi” olarak uygularsa, o zaman tarih yeniden yazılır.
Çünkü artık mesele, Türkiye’nin kendi topraklarında kimlerin çalışabileceği değil, Türk dünyasının ortak kaderinin nerede birleşeceği meselesidir.
Bu yasa doğru yorumlanırsa:
Türk soylular Türkiye’ye sadece işçi olarak değil, ortak bir kimliğin temsilcisi olarak gelir.
Anadolu, Türk dünyasının beyni hâline gelir.
Türk kimliği bürokratik bir terim olmaktan çıkar, yaşayan bir diplomasi gücüne dönüşür.
Ama yanlış uygulanırsa, Türk dünyası içinde yeni ayrışmaların da kapısı aralanır.
O zaman bu yasa, birleştiren değil, ayıran bir çizgi olur.
Türkiye, bu yasa ile aslında kendi tarihine ve geleceğine dair bir sınavdan geçiyor.
Bu, sadece “kimin burada çalışabileceği” meselesi değil;
aynı zamanda “kimin bu kimliğin bir parçası sayılacağı” meselesidir.
Eğer Ankara bu yasayı;
Belgeye değil bilince,
Bürokrasiye değil kültüre,
Sınırlara değil kardeşliğe dayandırırsa,
işte o zaman bu düzenleme, Türk Yüzyılı’nın insan kaynağı yasası olur.
Ama aksi hâlde, bir kez daha Türklük bir kağıda, bir dosyaya ve bir imzaya sıkışır.
Oysa kimlik, kâğıtta değil; kalpte, tarihte ve dilde yaşar.
Evet 261 Kişi
Hayır 8 Kişi