İnancımıza göre; bütün sonsuzluğu ile evreni, içinde yaşadığımız yeryüzünü ve bizleri yaratan, yoktan var eden Yüce Allah’tır.
“Yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yaratan, sonra semaya yönelip onları yedi kat gök olarak tastamam tanzim eden O’dur. O, her şeyi hakkıyla bilendir.” (Bakara Suresi, 29)
O Yüceler Yücesi; insanı yarattıktan sonra yeryüzünde yaratılmış olan ne varsa, hepsini onun istifadesine sunmuştur. İnsanoğluna verilen en büyük rızık akıldır. Bu nimet ile insan emrine amade kılınan diğer varlıklardan ihtiyacı doğrultusunda yararlanır.
“Sizi yaratan, sonra rızıklandıran, sonra vakti gelince öldüren ve kıyamet günü yeniden diriltecek olan Allah’tır.” (Rum Suresi, 40)
Yaratıldıktan ve nimetlerle rızıklandırıldıktan sonra insandan beklenen kendini bilmesi ve kendisine bahşedilen nimetleri vereni tanımasıdır.
“Andolsun ki onlara: ‘Gökleri ve yeri yaratan, güneşi ve ayı buyruğu altında tutan kimdir?’ diye sorsan, mutlaka, ‘Allah!’ derler.” (Ankebut Suresi, 61)
İnsanın yaratıcıyı tanıdıktan sonraki görev ve sorumluluğu ise yaratılış gayesine uygun davranışlar sergilemektir:
“Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariyat Suresi, 56)
Sayısız nimetlerle rızıklandırılan insandan beklenen tek davranış acziyetinin farkına vararak nimet sahibine şükrünü sunması ve kulluk görevini layıkıyla yerine getirmesidir.
Allah, emirlerine ve yaratılış fıtratına uygun olarak hareket eden insanı ummadığı kaynaklardan, beklemediği yerlerden rızıklandıracağını vadetmiştir:
“Onu beklemediği yerden rızıklandırır. Kim Allah’a tevekkül ederse, O kendisine yeter.” (Talak Suresi, 3)
Kulluk bilinci ile hareket eden ve nimetlerin şükrünü tam anlamıyla yerine getiren insanoğlu, en zor anında Rabbinin yardımına mazhar olacaktır.
Bu konuyla ilgili bir menkıbe anlatılır:
Bir gün sahraya çıkan İbrahim Ethem Hazretleri yemek için sofrasını yayar. Aniden bir karga gelerek sofradaki ekmeği kapıp uzaklaşır. Karganın ekmeği nereye götüreceğini merak eden İbrahim Ethem onu takip etmeye başlar.
Bir süre sonra karganın bir tepeye indiğini görüp oraya doğru gider. Oraya vardığında çok şaşırır çünkü karga ekmeği bölerek elleri, ayakları bağlı bulunan bir adama yedirmektedir. İbrahim Ethem hemen adamın bağlarını çözer ve adama hâlinin sebebini sorar.
Adam başından geçenleri anlatır:
“Ben tüccardım, ticaret için sefere çıkmıştım. Buradan geçerken eşkıyalar beni yakalayıp tüm mallarıma el koydular. Bu da yetmezmiş gibi ellerimi ve ayaklarımı bağlayarak beni ölüme terk ettiler. Ben de tüm acziyetimle durumumu Allah’a arz ettim; ‘Ya Rabbi, sen beni unutmazsın.’ dedim. Bir haftadır buradayım. Bu karga beni ekmek ile doyuruyor.”
Anlatılanları dinleyen İbrahim Ethem, Allah’ın rahmetinden ümidi kesmemenin ve ona tevekkül etmenin hikmetini bir kere daha anlar.
Allah, kulları için çeşitli rızık vesileleri yarattığını böyle müjdelemektedir:
“Bütün rızıkları veren, sonsuz kudret ve sarsılmaz kuvvet sahibi olandır.” (Zariyat Suresi, 58)
“O, sizin için yeryüzünü bir döşek, göğü de bir bina yaptı. Gökten yağmur indirip onunla size rızık olarak çeşitli meyveler, ürünler çıkardı.” (Bakara Suresi, 22)
Yüce Allah kullarını yarattıktan sonra kendi hâllerine bırakmamış, onların yaratılış amaçlarına doğru ilerleyebilmeleri için maddî ve manevi ihtiyaçlarını karşılayabileceği bir düzen yaratmıştır.
“Kayyum” isminin tecellisi olarak da bir an bile ihmal etmeksizin bu düzeni korumuş ve devam ettirmiştir. Yeryüzünü; insanların oturmalarına, istirahat etmelerine, huzur bulmalarına ve üretim yapmalarına uygun hâle getirmiştir.
Rızkın kaynağı konusunda Ahmet Haşim'in şu cümlesi dikkate şayandır: “Birçok insanların yevmî rızkını yed-i ezel bir tabak haşlanmış kuru sebze olarak ayırmıştır.”
Yani insanların gündelik rızkı ezeli bir el tarafından tayin edilmiş, herkes dünyaya buradaki nasibini almaya gelmiştir.
Atalarımız, herkesin kendi nasibine düşen rızkı bir şekilde alacağını, kanaatkâr olmanın bu noktada çok önemli olduğunu ifade etmişlerdir. “Aza kanaat etmeyen çoğu bulamaz!” sözü de bu minval üzere söylenmiştir.
Elindekine razı olmayan insan bazen nefsine uyarak daha fazlası için helal olmayan yollara başvurmaktadır. Bilmelidir ki rızık ezelde takdir edilenden gayrısı değildir. Bu minvalde Hazreti Ali’nin başından geçen bir hadise anlatılır.
Hazreti Ali, bir sefer dönüşü namaz kılmak için mola verir. Atını da oradaki bir adama emanet bırakır. Bir süre sonra namazını kılıp dışarı çıktığında atının eyerinin emanet ettiği kişi tarafından çalındığını görür. Hemen yanındaki adamına 5 akçe vererek yeni bir eğer alması için çarşıya gönderir. Adam çarşıda dolaşırken çalınan eyeri görür ve durumu satıcıya anlatır. Satıcı eyeri bir adamdan az önce 5 akçeye aldığını, sahibi olduğu için yine aynı ücrete alabileceğini söyler. O da 5 akçeye satın alarak Hazreti Ali’ye getirir.
Durumu anlayan Hazreti Ali;
“Ben namaz kılmaya girerken atıma bakan adama hediye olarak vermek için 5 akçe ayırmıştım. Adam helalden gelecek rızkı beklemeden eyeri çalıp sattı. Ama yine 5 akçeye sattı. Yani rızkı değişmedi. Sabırlı olsaydı helalden kazanacaktı.” der.
Dara düşen gönüller bu hadiseyi düşündüğünde yüreklere su serpildiğini hissedeceklerdir. Allah, yaşayan hiç kimsenin rızkını kesmez.
Bazen çalışmanın yanında sabırlı olmak da gerekir. Verilen nimetlerin farkına varan insana düşen vazife kendisini yaratanı, yaşatanı, gözeteni tanıması ve yaratılış gayesi doğrultusunda O’na olan kulluk görevini layıkıyla yerine getirmesidir.
Çünkü rızkın yegâne kaynağı; insanı yaratan, yaşatan ve gözeten Uludan Ulu Yüce Yaratıcıdır.
Rızkı Veren Hüdâ’dır.
Alpaslan Demir
İstanbul-05.02.2025