10642,6%-0,43
40,53% -0,48
47,61% -0,42
4352,92% -1,37
6999,67% -0,32
Vatan sevgisinin yüküyle ağırlaşan yürek, zamanla şiire dönüşürse, ortaya sadece estetik bir metin değil, aynı zamanda bir milletin duygu atlası çıkar. Elçin İskenderzade’nin “Benim Şuşa Destanım” adlı şiir kitabı, tam da bu nitelikte bir eser. Kitap, bireysel hafızayla kolektif millî hafızanın birleştiği yerde yankılanan içli bir ağıt, sevdalı bir ezgi, direnişçi bir destan olarak okunmalı.
Şairin Yüreğinde Şuşa’ya Açılan Bir Kapı
Elçin İskenderzade sıradan bir şair değil; o, önce vatanın, böyle deyelim, mühendis aklıyla inşasına tehfelerde bulunan, sonra yurdu elinden alındığında onu kelimelerle tekrar kurmaya çalışan bir ruh mimarıdır. 1964 yılında Şuşa’da doğan İskenderzade’nin şiirindeki ana yurt yalnız bir mekân değil, aynı zamanda zamanın içinden geçen bir anlam merkezidir. “Benim Şuşa Destanım” adlı kitabı da bu anlamın şiirle örülmüş hâli olarak karşımızda duruyor.
Kitap, klasik bir şiir derlemesi gibi değil, içsel bir yolculuk ve tarihî bir bellek defteri gibi tasarlanmış. Ayrılıkla başlayan bu destan, özlemle büyüyor, Zaferle yıkanıyor, kavuşmayla tamamlanıyor. Beş bölümden oluşan eserin her sayfasında hem tarihi hem de hissi bir izlek göze çarpıyor.
Ayrılığın Alfabesi, Şehitliğin Kutsallığı
İlk bölüm “Ayrılık Alfabesi” adını taşıyor. Burada şairin, Şuşa’dan zorla ayrılmanın trajedisini birer lirik ağıta dönüştürdüğüne tanık oluyoruz. Bu bölümler öylesine yürek burkucu ki, insan yalnız bir şehirden değil, çocukluğundan, dostlarından, geleceğinden de koparılıyor. Bir yerde şair şöyle sesleniyor:
“Bir yola çıktık,
Bir yola çıkıyorduk,
Bir uzun yola…
Bilmiyorduk bu yollar bizi nereye götürüyor…”
Bu dizelerdeki yol, sadece fiziki değil, varoluşsal bir hattır. Şuşa, burada bir coğrafya adres olmağın yanı sıra, insanın kimlik haritasındaki mihenk taşıdır.
Şuşa Rüzgârı ve Harıbülbül’ün Sesi
İkinci ve üçüncü bölümlerde yer alan “Zaferli Şiirler” ve “Hasretli Şiirler”, kitabın ritmini değiştiriyor. Yani artık “bekleyiş” yerini “geri dönüş”e bırakıyor. Fakat dönüş bile bir sevda sızısı taşır. Harıbülbül, sadece bir çiçek olmayıp, kayıp zamanın ve suskun sesin simgesidir. Bu kitapta Harıbülbül, rüzgârla konuşan, taşlarla susan, dağlarla ağlayan bir dildir.
Destansı Bir Lirizm
Elçin İskenderzade’nin dili ne tam anlamıyla halk şiirinin sadeliğine yaslanır, ne de divan şiirinin ağdalılığına. O, kendi dilini yaratmıştır: teknikle yoğrulmuş duygular, bilimsel disiplinle işlenmiş metaforlar… Şiirleri bir çocuğun saflığıyla, bir dedenin hikmetiyle iç içedir. Bazı dizeler çağdaş Türk şiiriyle konuşurken, bazıları klasik aşıq şeirinin yörüngesinde dolaşır:
“Şükür ayrılık, hasret
Bitti, bunu gördük biz.
Evimize gidiyorum,
Şuşa’dadır evimiz.”
Bu - sanki basit ama derin dizeler, bir milletin kaderini anlatıyor. Çünkü burada ev dediği, sadece bir yapı değil, bir halkın ruhudur.
Tarihe Not, Geleceğe Mektup
Bu kitap edebiyat okurlarına, aynı zamanda tarihçilere, kültür araştırmacılarına ve siyasetçilere de sesleniyor. Çünkü bu şiirler, Azerbaycan halkının 30 yıl süren bir işgale karşı taşıdığı hafızayı, ümidi ve direnci içeriyor. O yönüyle “Benim Şuşa Destanım”, sözlü tarihin şiirle yazılmış belgesi hukukunu da taşır.
Herkesin İçinde Bir Şuşa Var
Bugün Şuşa yalnız Azerbaycan için değil, Türk dünyası için de kültürel bir paye, dirilişin sembolü hâline gelmiştir. Elçin İskenderzade’nin bu kitabı, Şuşa’nın maddi kurtuluşunun yanında manevî kurtuluşunun da şiiridir. Bu kitap, Harıbülbül kadar zarif, Şuşa Kalesi kadar gururludur.
Okuyucunun elinde yalnız şiir kitabından artık - bir milletin kalp atışları durmaktadır.
Ekber GOŞALI